Kültür ve ToplumMakaleTarih

Avrupa’da İslamafobi

İslamofobi Nedir ?

                Kavram olarak İslamofobi kelimesi ‘’İslam Korkusu’’ demektir. Yunanca kökenli ‘’Phobos’’ kelimesi korku anlamına gelir ve Yunan mitolojisinde ‘’Dehşet Tanrısı’’ anlamına gelmektedir.[1] Fobi ise bir terime, kavrama, maddi veya manevi herhangi bir şeye duyulan tedirginliği, olağandışı korkuyu ifade eder. İslamofobi ise terim olarak İslam’dan korkma, çekinme ve uzak durma anlamlarına gelir. Bu korku, yerini zamanla düşmanlığa bırakmıştır çünkü bir şeye duyulan korku giderilmediğinde sürekli hale gelir ve hakkında çeşitli efsaneler oluşması muhtemel olur. Korkular gizemlerden, bilinmezliklerden beslenirler. İslam korkusunun da temelinde İslam’ı yeterince bilmemek yatmaktadır.  Dünya’da, özellikle Avrupa ve Amerika medyalarında İslam’ı içeren birçok haberler yapılmakta ama bunların çok azında İslam’ın içeriği yer almaktadır veya çok azı İslam hakkında tarafsız ve gerçek bilgiler vermektedir. İslam dini çok duyulan ama az bilinen bir dindir. Hal böyle olunca ‘’İslamofobi’’ kavramını açıklamak için ‘’İslam Korkusu’’ yerine ‘’İslam Düşmanlığı’’ kelimelerini kullanmak daha uygun olmaktadır.

               İslamofobi, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde ve Avrupa ülkelerinde İslam ve dolayısıyla Müslüman karşıtı tepki ve tutumların birleştiği ortak paydayı temsilen yaygın bir şekilde kullanılan kavram olarak karşımıza çıksa da tanımı hakkında bugüne kadar genel geçer bir kabul olmadığı gibi sosyal bilimlerde de bütün devletler ve organizasyonlarca kabul edilmiş ancak kavramlaşmamıştır.

               İslamofobi kavramı için 11 Eylül 2001 tarihi bir dönüm noktasıdır. Daha öncesinde de bu kavram kullanılmış olsa da İslamofobi kavramı bu tarihten itibaren çok daha sık kullanılmaya başlanmıştır. Bununla beraber, sınırları kesin çizgilerle belirlenmemiş ve uluslararası kimi organizasyonlarca resmi bir tarifi yapılmamış olsa da İslamofobi’yi ‘’bütün Müslümanlara ya da çoğunluğuna karşı duyulan ve sadece dille değil aynı zamanda çalışma hayatındaki veya hizmetlerden yararlanma hususundaki ayrımcılık, şiddet suçları, toplum hayatı ve uluslararası ilişkilerden tecrit etme yoluyla ifade edilen korku ve düşmanlık hislerini anlatan bir kelime’’ şeklinde tarif etmek, hakikati dile getirmek olacaktır.[2] 

İslamofobi Tarihçesi

İslamofobi kavramının anlam ve terim olmak üzere 2 çeşit tarihçesinden bahsedebiliriz.

Terim olarak İslamofobi

              Xenophobia (zenofobi/yabancı korkusu) ve homophobia (homo-seksüellerden korkma ve hoşlanmama) kelimelerine kıyas yoluyla ortaya atılmış bir kelimedir ancak tam olarak ne zaman ortaya atıldığı kesin değildir. Fransızca islamophobie sözcüğünün 1920’lerde ve daha sonra 1970’lerde bazı eserlerde kullanıldığı görülmüştür. Kesin olmamakla birlikte, kelimenin İngilizce ’deki ilk kullanımının, zaten Fransızca ’da mevcut olan bu kelimeyi İngilizce ’ye tercüme ederek, fakat kullanıldığı anlamı ve bağlamı başka bir yere, yani gayri Müslimlerin Müslümanlara karşı olan düşmanca tavırları anlamına uygulayarak kullanmış olması mümkündür. Bu durumda İngilizce ‘deki islamophobia farklı bir kelime olmaktadır. Kelime, İngilizce dilinde basılı eserlerde ilk olarak Tariq Modood tarafından, The Independent gazetesi için 16 Aralık 1991’de yazdığı kitap eleştirisinde kullanılmıştır. Ancak kelime burada tam olarak ‘’İslam Korkusu’’ olarak kullanılmamıştır. Terimin ‘’İslam Korkusu’’ olarak ele alınıp tarif edildiği ilk eser ise Runnymede Trust tarafından 1997 yılında hazırlanan Islamophobia: A Challenge For Us All isimli rapordur.[3]

Anlam olarak İslamofobi

               ‘’İslam Korkusu’’ ve ‘’İslam Düşmanlığı’’ anlamlarına gelmektedir. Tarihi neredeyse İslam’ın doğuşuyla aynı yaştadır. İslam yeryüzüne indiğinden beri onu sevip kabul edenlerle birlikte kin besleyip düşmanlık yapanlarda olmuştur. Böylelikle Batı’nın İslamofobi ile tanışması Müslümanların Hristiyan toplumların egemenliğindeki toprakları fethetmeleriyle olmuştur diyebiliriz. Özellikle Müslümanların Cebelitarık boğazını geçerek İspanya’yı fethetmesi, Endülüs Emevi Devleti’ni kurması Müslümanları kendi güvenlikleri ve varlıkları için bir tehdit olarak algılayan Hristiyan âleminin İslam karşıtı reflekslerini iyice gün yüzüne çıkarmıştır.                     

               Müslümanlar 717-718 yıllarında güneybatı bölgesinde İspanya sınırında bulunan Pirene Dağları’nı aşarak Fransa topraklarına girmesiyle, Fransızlar topraklarında Müslümanlarla karşılaşmışlar ve şiddetli çatışmalar olmuştur.

               Öte yandan İspanya’da yerleşerek burada uzun yıllar ikamet eden Müslümanlar ile Hristiyanlar yıllar boyunca çatışmışlardır. Bu sürede Avrupalılar Müslümanları, asırlar boyunca ülkelerini işgal edip insanları kaçırarak köleleştirip satan acımasızlar olarak tanıtmışlar ve kuşaktan kuşağa böyle tanıtmışlardır. Bu arada Avrupa’daki Hıristiyanlar da Doğu’nun zenginliklerine sahip olmak, Kudüs gibi kutsal yerleri Müslümanların elinden alarak bu bölgede yaşayan Hristiyanları İslam’dan kurtarmak gibi sebeplerle Müslümanların yaşadığı topraklara haçlı seferleri düzenlemişlerdir.

               Orta Çağ’da Müslümanlar Avrupalılar tarafından “kâfirler” olarak etiketlenip aşağılanmışlardır. Böylelikle 1095’te I. Haçlı Seferi’ni ilan eden Papa II. Urbanus’a göre, Müslümanlar şeytanın uşaklarıydı. Bu yüzden Müslümanlar ile savaş aslında Tanrı’nın düşmanları ile dostları arasında yaşanan bir savaştı.[4] Düşmanı, özellikle bu düşmanı tehlikeli kılan, sadece Hristiyan toplaraklarını ele geçirmiş olması değil, daha da kötüsü, insanları İslam’a çağırarak imana getirmeyi başarmasıydı.[5] Sonra Osmanlı Devleti’nin Balkanları fethedip Avrupa’ya yayılması ve burada yüzyıllarca hüküm sürmesi Hristiyanların İslam korkusunu iyice ortaya çıkarmıştır. Bu çatışmaların dışında Avrupalıların Müslümanlarla ilişkileri yüz yıllardır sadece ticaretle sınırlı olmuş ve Müslümanlarla ilgili bildikleri de uzun yıllar boyunca bu savaşlar, olaylar ve bir takım doğru veya yanlış kulaktan dolma söylentiler ve ön yargılar olmuştur.

               Tarihteki olaylar ile söylemlerin İslamofobik davranışların ortaya çıkmasında ve İslam karşıtlığında önemli rolü vardır. Yani İslamofobi ve anti-İslamizmin tarihini özel olarak bilemesekte, onu “Haçlı Savaşları” yıllarına hatta İslam’ın başlangıcına götürmek olasıdır. Bu durumda İslam karşıtlığı, 1300 yıllık bir köke dayanır. Tarih boyunca benzer çatışmaların farklı dinler ve milletler arasında da yaşandığını ve çatışmaların, savaşların sorumluluğunun sadece Hristiyanlara ait olmayacağını belirtmemek gerekir.

Her ne kadar Müslümanların fetih hareketleri, yasal ve haklı gerekçelere sahip gösteriliyor olsa da karşı taraf açısından bir tehdit olarak algılanmış ve bu durum “İslamofobik” ve “anti-İslamist” duyguları beslemiştir.[6]  

Osmanlı Devleti ve Avrupa

                Kanuni Sultan Süleyman ve I. François’nın kurdukları ilişkiler ve müttefiklik Fransızlar ile Müslümanlar arasında siyaseti ve ticareti geliştirirken, Osmanlılarla Fransızlar arasındaki yakınlaşma, bir anlamda Fransa’nın bugüne kadar İslam ülkeleriyle ilişkilerin de temelini oluşturmuştur çünkü 1536’da Fransa’ya verilen ayrıcalıklar ile Fransızlara Osmanlı sınırları içinde dini, ticari, hukuki alanlarda önemli kapitülasyonlar tanınmıştır. Artık Fransız tüccar, misyoner ve diplomatlar İmparatorluğun önemli merkezlerine yerleşerek, Müslümanları tanıma fırsatını bulmuşlardır.[7] Sonra Napolyon’un 1798 yılında Mısır’ı işgal etmesiyle başlayan Fransa’nın İslam ülkelerine hâkim olup yayılma politikası, 1830’da Cezayir ve ardından Kuzey Afrika ülkelerinde devam etmiştir.

               Osmanlıların Avrupa Kıtası’ndaki ilerlemeleri, buralarda yaşayan milletlerin hafızalarında izler bırakmıştır. Türklerin yarattığı tehdit uzun bir süre boyunca iki şekilde algılanmıştı: Rakip İslam inancının Hristiyanlığa meydan okuması ve Knolles’in sözleriyle Avrupa’nın fethedilerek ‘’dünyanın şimdiki korkusu, Türklerin muhteşem İmparatorluğu’’na dahil edilmesi tehdidi.[8] Böylelikle birçok Batı dilinde Türklerle alakalı ırkçı söylemler türetilmiş ve nesiller boyunca aktarılarak günümüze ulaşmıştır. Osmanlı Devleti’nin dönemin İslam medeniyeti içindeki en büyük hegemonya olması ve Avrupa’da toprakları olması nedeniyle Türkler de İslam’ın vekilleri olarak tanınmış ve çok sayıda eserde olumsuz anlamlar yüklenen Türk kavramı ‘’Müslüman’’ yerine kullanılmıştır.

               Batı’da kullanılan ırkçı söylemlerin bazıları şunlardır: İtalyanca ’da “Anneciğim, Türkler geliyor”, Türkleri korkunç olarak gösteren söylemle beraber “Türk gibi pis kokmak” söylemi de vardır. Sırpça ’da “Bir köpeğe bir de Türk’e güvenilmez” ve “Bir Türk gibi bencil” birçok sayıda ırkçı söylem bulunmaktadır. Ayrıca “Türk” kavramı Sırpça ‘da kadınlara haksız ve eşit olmayan bir şekilde davranan eski kafalı ve kaba erkeği anlatmak için ırkçı bir söylem olarak da kullanılır. Gün içinde kullanımı az olsa da hakaret etmek için kullanılan bu sözün anlamı başka açıklama gerektirmeden anlaşılabilir. “Öfkesinden Türk oldu” gibi fazlasıyla sinirlenen birisini anlatmak için kullanılan yaygın bir ırkçı Yunanca söylemdir. “Seni Türk!” bilgisiz birisini anlatmak için kullanılan ırkçı bir Rumence söylemdir. Fransızca ‘da da “Türk kafası” ve “Gerçek bir Türk” gibi bilgisiz, inatçı, kaba ve acımasız kişileri anlatmak için kullanılan ırkçı söylemler vardır. Aynı şekilde Felemenkçede “Türk” sözcüğü, kirli, barbar veya kana susamış anlamında kullanılabilir. Bu dilde de “Türk’e benzemek” pis ya da iğrenç anlamlarında kullanılır. İspanyolcadaki “Türk” sözcüğü, birisini aşağılamak için kullanılabilir. “Türk” sözcüğü Malta’da, yapısı gereği korkulan ve istenmeyen korkunç bir kişiyi tanımlamak için kullanılabilmektedir. Onaylanmayan bir davranış biçiminin, bir ulusal kimlikle eşleştirilmesi, açıkça ırkçılık yapıldığını göstermektedir.[9] Bütün bu söylemler bir takım tarihi söylenti veya efsanelere dayandırılıp, kuşaklardır tekrarlanmış ve toplumların hafızalarına yer edinmiştir.

               Tarih boyunca birtakım uluslar ve medeniyetler arasında, büyük çatışmalar ve savaşların olduğu bilinmektedir. Ancak hala Avrupa’nın İslam’a karşı önyargısında bir iyileşme olduğuna dair fazla veri yoktur. Böylelikle Avrupa toplumlarında bu önyargıyı arttıran ve büyüten tarihi sebepler dışında başka etkenlerin de olduğunu düşündürmektedir. Avrupalıların İslam ile en uzun sürtüşmeleri şüphesiz Osmanlılara karşıdır. “Uzun yıllar boyunca Batı’da Müslüman dendiğinde Türklerin (Osmanlılar) anlaşıldığı düşünülürse, bu mücadelelerin sadece fiziki savaşlar olarak kalmadığı, ciddi manada bir medeniyet çatışmasının yaşandığı da söylenebilir. Bu uzun mücadeleler boyunca Avrupalılar Osmanlılar karşısında hep yenilgi almışlar ve onları büyük ve baş edilemez bir tehdit olarak algılamışlardır. Bu tehdidin temel olarak iki boyutu vardır: birincisi bir inanç sistemi olarak İslam’ın Hıristiyanlık için bir rakip olarak görülmesi, ikincisi ise Avrupa’nın tümüyle Türkler tarafından fethedilip “zamanın korku simgesi (terör) olan Türk (Osmanlı) İmparatorluğuna” katılma ihtimalinden doğan korku” dur.[10]

               Türklerin amacının Hristiyanlığın sonunu getirmek olduğunu söyleyen Abercromby ve Botero gibi yazarlarda, Hristiyanların bir an önce birleşip onlara saldırması gerektiğini savunmuşlardır. Reform dönemi de birliğe olan inancı ve isteği bastıramamıştır. Birliğin yapıtaşındaki din hala Hristiyan dünyasının temel içeriğiydi. Bu dönemde Hristiyanlık ortak din, miras ve kader gibi düşünülmekteydi. Din çatışmalarıysa iç savaş olarak algılanmaktaydı.

               Türklere ve Müslümanlara karşı söyledikleriyle tanınan Luther ve La Noue gibi Protestanlar, Tanrı’nın Hristiyanları Türkler vesilesiyle cezalandırdığına inanırlarken, “imansız” Türk’e karşı mücadele etmeyi ortak görev olarak ilan ediyorlardı. Hristiyanların Türklere karşı ortak bir ordu kurmasını dileyen La Noue, “eğer Hıristiyanlar birleşir ve İslam’ın kirlettiği Hıristiyan ruhları Türklerin elinden, “olabilecek en kötü esaretten” kurtarırsa belki de Tanrı’nın gazabı üzerimizden kalkar” demiştir. Hristiyan Avrupa ve Müslüman Türk mücadelesini durmadan dile getiren strateji uzmanları, “Hıristiyan prenslerin ortak çıkarları Türklere karşı birleşmek ve Avrupa’yı savunmaktır” veya “Avrupa, Hıristiyan prenslerin çıkarlarının Türklere karşı toplamıdır” diyerek toplumu, aralarındaki dini, kültürel ve siyasi ayrılmaları aşmaya davet etmişlerdir. 18. yüzyıl süresince Avrupa, Avrupa olmayan farklılaştırmasını bütünüyle farklı ve hatta zıt sosyal ve siyasi yapıları ve ayrı gelişmeleri olan iki farklı öze gönderme yaparken, Batı’nın Avrupalı olmayana bir üstünlüğünü varsaymaya başlamıştır. Bu dönemde Batı’nın görüntüsünü oluşturan özgürlük terimi gibi ötekiyi tanımlayan kölelik terimi da birçok yönden çeşitli ve farklı özellikleri içinde bulunduruyordu. Hür olmak, rasyonel, çalışkan, dinamik ve çağdaş olmayı; köle olmak ise yobaz, miskin, bilgisiz, statik ve gerici olmayı içinde barındırıyordu. Özgürlük simgesi Batı’yı sahip olmak istediği bütün olumlu yönlerle donatırken, Batı’nın kaçmak istediği neredeyse bütün olumsuzluklar ötekine yükleniyordu. Fransız İhtilali’nden sonra da Ulusal Konsey Üyesi Volney, özgürlüğün bir doğa kanunu olduğuna inandığı için Türklerin hiçbir zaman özgürleşemeyeceğini çünkü kendilerini despotizme, yobazlığa ve bilgisizliğe mahkûm ettiklerini söylemiştir. Ancak doğa kanunlarında “kutsal doğrulara” uyan Avrupalılar özgürlüğü arzulayıp sahip olmuşlardır. İşte bu sebeple Avrupa üstündür ve despot Türklerin hâkimiyetinde yaşayan milletleri kölelikten kurtarmalıdır.[11]

               Bugüne gelindiğinde Batı kültürün ve kimliğinin Antik Yunan, Helen, Roma, Yahudi ve Hristiyan toplumları ile Aydınlanma değerlerinin bir tür karışımından oluştuğunu savunan Batılı aydınlar, Batı medeniyetinin ve kimliğinin tarihi kaynağını da Yunan, Roma ve Helen medeniyetlerine dayandırmaktadır. Hz. İsa ve Hristiyanlık Ortadoğu köklü olmasına rağmen Batı uygarlığı köklerini Yunan ve Roma medeniyetlerine dayandırmaktadır. Batılılar bilinçli olarak veya bazen farkında olmayarak Ortadoğu ve Mezopotamya medeniyetlerinin Yunan ve Roma medeniyetleri ve dolayısıyla Avrupa uygarlığının gelişimi üzerindeki etkilerini görmezden gelmişlerdir.

               Aydınlanmanın etkili temsilcilerinin, Doğu’yu medenileşme ve gelişme yeteneğinden mahrum gördükleri ve gösterdikleri bilinmektedir. Halbuki “İslam toplumu, 17. yüzyıla kadar, diğer toplumlar üzerinde en fazla etkiye ve Afro-Avrasya yarım küresindeki en yaygın alana sahip olan bir toplumdu. Bunun bir sebebi ise İslam toplumunun merkezi konumuydu. Ama bu, aynı zamanda, adı geçen toplumun daha eski ve daha merkezi olan topraklarında gelişen kozmopolittik, eşitlikçi ve gelenek karşıtı belli kültürel tesirlerin etkin bir şekilde kendini ortaya koymasından kaynaklanıyordu. İslam kültürü, birçok toplum için yarım küreye ait ticari bağ ile bütünleştikleri oranda evrensel bir incelik normu sağlıyordu. Ayrıca bu kültür gittikçe artan sayıdaki medenileşmiş topraklara da esnek bir siyasi saha temin ediyordu. Böyle bir dünya rolünde İslam toplumu ve kültürü -bazı dönemler diğer dönemlerden daha yaratıcı olmak üzere, modern döneme kadar uzanan- devamlı bir yaratıcılık ve gelişme göstermiştir. Bundan sonra, gelişme bir çöküş ile değil, o zamana kadar hiç görülmemiş olan dış gelişmeler neticesinde içten dumura uğradı.”[12]

 

İslamofobi Nedenleri

  • Kültür Farklılığı Boyutu

                Avrupa kültürü, kendisini Doğu kültüründen ayırıp, Doğu ile mukayese ederek “güç” ve “özdeşlik” kazanmıştır. Batı kültürü, bu güç ve özdeşliği öncelikle Doğu kültürüne ilişkin anlatımlar, raporlar, üniversitelerin oryantalisttik bölümlerinde kurgulanan “Doğu despotizmi, Doğu acımasızlığı, Doğu tenselliği/duygusallığı/cinselliği, Doğu görkemi” gibi genellemelerle kazanmıştır. Böylelikle Doğu karşıtlığı bazında kendisini kültürel olarak konumlandıran Batı’nın kültürel kimliği “dış belirlenimli”dir. Hristiyanlık, “Kutsal Topraklar” olarak isimlendirilen Kudüs’te çıkmış, Anadolu üzerinden Batı’ya ilerlemiştir. Helen kültür birikimi (antik dönemde mimari, heykel ve edebiyat gibi sanat dalları, felsefe ve bilim alanlarında sağlanan ilerlemeler) coğrafi olarak en batı noktası Atina, en doğu noktası İskenderiye olan Akdeniz havzasında gelişmiştir. Batı Anadolu, coğrafi olarak Helen kültür birikiminin odak noktasıdır.[13]

               Batılı yazarların eserlerinde İslam ve Doğu’yu Batı medeniyetinin düşmanı olarak gösteren oryantalist fikirler, daima bu medeniyetler arasında yaşanan tarihi problemleri ve çelişkileri canlı tutarak bugüne taşımış ve bu çelişkiler günümüzde İslamofobi ve İslam korkusunun ve düşmanlığının temel yapıtaşları arasında yer edinmiştir. İslam ve Müslümanların, Hristiyan medeniyetinin en büyük rakibi olarak anlatılması şekliyle, Hristiyan toplumunun bir din kimliği çevresinde toplanmasını amaçlayan bu toplumun ileri gelenleri, İslam düşmanlığını ihtiyaç duyulduğunda çok daha rahat uyanacak bir dozda ayarlamışlardır.

               Erken dönem Aydınlanma felsefesinin başında gelen filozoflarından biri olan ve klasik Alman edebiyatını, felsefesini derinden etkileyen bir filozof olan Wilhelm Leibniz Orta çağın olumsuz Türk simgesinden etkilenmiştir. “Leibniz akıldışı durumları anlatmak için sıkça kullandığı “fatum Mahometanum” (Muhammet yazgıcılığı) kavramını Türklerle örneklendirmiştir. Bu amaca yönelik olarak, söz konusu kavramın akıl dışılığını açıklamak için daha önce kullandığı “Türkler, veba salgınının kasıp kavurduğu yerlerden sakınmazlar” önyargısını sıkça yinelemiştir. Veba gibi ağır bir salgın hastalığın kasıp kavurduğu bir yerden uzak durmamak, doğaldır ki akıldışı bir davranıştır. Leibniz’e göre Türkler, bu akıldışı davranışı sergileyen Asyalı ve Müslüman topluluklardan biridir.”[14]

               Batı’da Aydınlanma döneminde özellikle aydınlar arasında görülen ırkçı düşünceler yalnızca Müslümanlara ve Türklere karşı değil aynı zamanda Afrikalılara karşı da önemli ölçüdedir. Örnek verecek olursak eğer David Hume, 1748’de yazdığı “Ulusların Karakterleri” denemesinde, “Siyahlar ve öteki yaratıklar doğal olarak beyazlardan daha aşağıdır” yazmıştır. Immanuel Kant, 1764’te “Yüce ve Güzel Olanı Hissetme Üzerine Gözlemler” eserinde zencilerin doğadan zekâ almadıklarını savunmuştur. Hegel, siyahların insanlığın yüz karası olduğunu ve Afrika kıtasının Dünya Tarihi’nin bir parçasını oluşturamayacağını çünkü bu yönde bir gelişme ortaya koymadıklarını Tarih Felsefesi başlıklı eserinde yazmıştır.             Bu yapıtların yazıldığı zamanlarda üniversiteler ırkçılıklarla dolup taşıyordu. Irkçılık Aydınlanmanın bir ürünü olarak belirmiştir. Fakat sözü edilen bu üç filozofu ve aydınlanma döneminin kendisini ırkçı ilan etmek ne kadar doğrudur?[15] sorusu sorulabilir.

Ancak günümüzde Batı’da hala çok önemli oranda okunan ve etkileri olan birçok aydınlanma filozoflarının yapıtlarında İslam ve Türklerle alakalı olumsuz fikirlerin açıkça dile getirildiği görülmektedir. Batı’da oldukça yaygın bir olumsuz İslam, Müslüman ve Türk imgesinin olduğu 18. asırda, Voltaire Türkleri “köle ticareti yapan”, kafirleri ve tutsakları “gâvur, köpek” diye çağıran insanlar olarak anlatmaktadır. Voltaire ’in anlatımına göre, Osmanlıda sürgün ve “kelle kesme” sıradanlaşmıştır.[16]

               İslam’a, Müslümanlara ve Türklere ilişkin oryantalist ve olumsuz önyargılı yaklaşımlar Alman kaynaklarında da oldukça dikkat çekicidir. “Avrupa, dolayısıyla da Alman kültüründe var olan söz konusu olumsuz imgelerin başında Türklerin çirkinliğinin yanı sıra, baskıcılığı, yıkıcılığı ve başka halkların uygarlaşmasını önleme gibi değerlendirmeler anılabilir. Türklerin özellikle “soylu” Yunanlıları uzun süre egemenlikleri altında tutarak, onların daha da uygarlaşmalarını, yurttaşlaşmalarını önledikleri ileri sürülür. Türklerin, daha doğru bir adlandırma ile Osmanlıların, Avrupa kültürünün önemli kaynaklarından birini oluşturan Yunanlıları boyunduruk altında tutmuş olmaları, Avrupa, özellikle de bazı Alman filozoflarınca ki bu görüşün en belirgin temsilcileri Herder, Kant ve Hegel’dir, sürekli olarak onların barbarlığının kanıtı olarak anlaşılmış ve anlatılmıştır. Daha soylu ve uygarlık yaratan bir topluluk olarak nitelendirilen Yunanlıların, Türkler gibi yabanıllarca uyruklaştırılması bu tür filozoflarca bağışlanamaz olarak değerlendirilmiştir.”34 Yapıtlarında uzunca İslamla ve Türklerle ilgili değerlendirmeler yapan Hegel, Türklerin buluntu insan aklına sahip olduğunu söyleyerek; “kaba saba Türklerin buluntu insan usu ve doğal duygusu ölçüt alındığında, iğrenç ilkeler doğar” demektedir.[17]

              Bununla beraber Montesquieu doğrudan karşısına çıkmaya çekindiği, Fransız monarşisini eleştirmek güdüsüyle “doğu despotizmini sıkça başvurduğu bir vesile olarak kullanmıştır. Montesquieu’ye göre, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki despotizm, açık bir veraset kanununun olmayışından, yasama, yürütme ve yargı güçlerinin üçünün de sultanın sorumluluğunda oluşunun yarattığı karışıklıktan, “İslam’ın yayılması, çok eşlilik ve despotizme yol açan sıcak iklim koşullarından kaynaklanmaktadır. Montesquieu sonunda, “ılımlı yönetim Hıristiyan dinine, despotik yönetim Müslümanlığa daha uygundur” sonucuna varmaktadır.[18]

                Sonuç olarak geçmişten bugüne süregelen Batı-Doğu farklılıkları ve ötekileştirmeleri bir çeşit Müslüman(Doğu)-Hristiyan(Batı) ayrımını da beraberinde getirmiştir ve bu iki uygarlık arasında ki farklılıklar da bir çeşit kültür farklılığını ve kültür çatışmasına ve ötekileştirmesine sebep olmuştur. Batıda İslamofobi olmasının yanında Doğuda da Batı düşmanlığını, ötekileştirmesini ve önyargısını görmek mümkündür.

  • İletişimsizlik

                İslamofobik tutumların ve tavırların belirmesinde yalnızca Avrupalıları “suçlu” görmek elbette yanlıştır. İslamofobi’nin ortaya çıkmasında Müslüman temelli en önemli sebep “iletişimsizliktir”. Batı’da yaşayan Müslümanların Avrupalılarla iletişimlerinde eksikliğin yaşandığı anlaşılmaktadır. Batı’ya göç eden ilk nesil Müslüman göçmenlerin eğitim seviyeleri çok yetersizdi. Böylelikle Avrupalılar ile göçmen Müslümanlar arasındaki iletişimsizliğin temelinde “dil” sorunu olmuştur.[19]Örnek verecek olursak, Türkler içinde Almanya’da uzun yıllar yaşayıp ta günlük ihtiyaçlarını görecek seviyede yabancı dil bilmemesi önemli ayrıntıdır. Bunun bir diğer sebebi de “din farklılığı”dır. Her Müslüman, dininin son ve en mükemmel olduğuna iman ettiğinden Avrupalılarla bir mesafe oluşturmaktadır. Yani bu fikir onların Hristiyanlarla iletişim ve diyalog hususunda bir isteksizliğe götürmektedir. “Yabancılaşma” korkusunu barındıran Müslüman, kültürünü ve dinini korumak amacıyla Avrupa toplumundan ayrı asosyal bir tutum içinde yerleşmektedir. Bu da İslam’ın temsil sorununu ortaya çıkarmaktadır. İslam’ı yalnızca basın ve medyadan gören Avrupalıların ne kadar suçlu olduğunu bizler kendilerimize sormalıyız. Nitekim kendimizi tanıtmadan bizi hiç kimse tanımaz ya da farklı tanıyıp yanlış anlayacaktır.


  • Medyanın Etkisi

               Fikir özgürlüğü ve diğer Batı evrensel değerleri üstünden gündeme gelen ve getirilen İslam karşıtı tutumlar yaklaşık yirmi yıllık zaman diliminde İslamofobiye dönüşmüş ve çoğunlukla İngiltere’de tartışılan bir konu olmaktan çıkıp, Batı düzeyinde önemli bir probleme dönüşmüştür. Bu değişimin yalnız başına belki de en büyük tetikleyicisi ise 11 Eylül 2001’de Amerika Birleşik Devletleri’nde gerçekleşen eş zamanlı terör saldırıları atakları oluşturmuştur.

11 Eylül’den bugüne kadarki süreçte Batı toprakları büyük küçük pek çok terör saldırısına uğramış ve bunların her biri, İslamofobinin biraz daha artmasına ve derinleşmesine neden olmuştur. Fakat terör üstünden İslamofobinin artmasına 11 Eylül saldırılarının yalnız başına en büyük kırılmayı sağladığını söyleyebiliriz. Örneğin bir araştırmada Hollandalıların yarıdan fazlasının bu olayın ardından İslam hakkındaki fikirlerini değiştirdikleri ve bu değişikliğin de %95 oranında olumsuz olduğu ortaya çıkmıştır. 11 Eylül ve devam eden dönemdeki diğer terör ataklarının, İslamofobi hususundaki etkileri çeşitli boyutlarda olmuştur. Öncelikle, 1990’lar süresince çoğunlukla (İngiltere’de olduğu gibi) Batı’nın demokratik ve fikir özgürlüğüne dayalı değerleri ya da (Fransa’da olduğu gibi) laik değerleri üzerinden bir İslamofobinin yaygınlaşması mevcutken; 2000’li yıllarda sorun neredeyse tamamıyla terör ve güvenlik konusu üzerinden oluşturulmuştur. Örneğin: Londra merkezli internet haberciliği yapan “The Commentator” İslam’ı Nazi ideolojisine benzeterek dedelerinin II. Dünya Savaşı’nda özgürlük için savaştığı gibi bugün de İslam’la savaşmak gerektiğini dile getirmiştir.[20] Müslümanlara yönelik bakışın odağına güvenlik endişelerini yerleştirmek demek, onlara yönelik korku ve olumsuz duyguların daha da artması anlamını taşıyordu. Daha önceki bölümde açıkladığım yaygın toplumsal İslamofobik davranışların neredeyse birçoğu güvenlik endişelerinin sonucudur.

               11 Eylül saldırısı ile başlayan yeni dönemin, İslamofobi problemine bir etkisi de şu olmuştur: Hal öyle bir şekil aldı ki, 1990’larda sadece sınırlı çevrelerden sosyal faktörlerin, daha dikkatli bir dille ve çoğunlukla radikal ya da köktendinci terimleriyle anlatılan bazı İslami kesimleri hedef göstererek yaptıkları eleştiriler ve suçlamalar, çok daha kapsamlı bir aktörler toplumu tarafından, daha sivri, keskin ve açık bir lisanla ve en kötüsü, neredeyse bütün Müslümanları zan altında bırakacak şekilde dillendirilmeye başlanmıştır. Gerçekten de yaşanan terörlerle ayırmak gerektiğini ifade edenler; İslam’ı bir baskı, şiddet ve geri kalmışlık dini olarak tanımlayan ve hatta bir din olmaktan daha öte siyasi bir fikir akımı ve totaliter ve mutlakiyetçi değerlere dayalı bir anlayış olarak gören çoğunluğun gürültüsü içinde sesleri bastırılmıştır. Sonuçta, hiç tereddüt göstermeyerek problemlerin direk İslam’dan kaynaklandığını ileri süren eleştiriler, hatta nefret söylemi sayılabilecek açıklamalar veya sürdürülen bir savaş varsa bunun terörle değil de İslam’la ve Müslümanlarla olduğunu algılara yerleştiren çabalar hemen bütün ülkelerde sıklıkla ortaya konmuştur.

İşte İslamofobi üzerindeki büyük etkisi nedeniyle 11 Eylül olayları ve devamındaki gelişmelere bu bölümde ayrıntılı yer vermemin sebebi de zaten söz konusu dönemde hız kazanan bütün bu propaganda çabalarının ve İslam’ı terör, Müslümanları da teröristle eşdeğer tutan çalışmaların en fazla kendisini gösterdiği ortamın basın ve medya olmasından dolayıdır. Aslında, entelektüellerin halindeki gibi, basın ve medya organlarının da İslam hakkında algı oluşturma çabaları daha 1990’larda bile hafife alınamaz derecedeydi.

               Batı ve İslam üzerine önemli eserler çıkaran Ekber S. Ahmed henüz 1994 yılındaki bir makalesinde şunları yazıyordu: “Tarihte hiçbir şey Müslümanları Batı medyası kadar tehdit etmemiştir. Bütün dünyada etkinliğini sürdüren medya saldırısı Müslümanlar için daha da şiddetlidir. Müslümanlar kendilerini savunma kapasitesinden yoksun görünmektedir…”. Basın ve medyanın bu gücü ve etkinliği 11 Eylül’den sonra artık sınır tanımayan bir seviyedeydi. Gelişen teknolojilerin yardımıyla günümüz toplumlarını etkileme açısından çok büyük bir kapasiteye ulaşan medya, Avrupa’daki İslamofobinin 2000’li yıllarla birlikte hızlanmasında, yaygınlaşmasında ve içeriğinin derinlik kazanmasında tek başına en büyük paya sahiptir. Bir kere, özellikle 11 Eylül’den başlayıp günümüze kadar olan dönemde neredeyse bütün Avrupa topraklarında İslamla ve Müslümanlarla ilgili haberlere ve yayınlara çok daha fazla yer verilmiş ve bu artışın da büyük bölümü İslam ve Müslümanlar hakkında olumsuz içeriklerle yüklüdür.

               Avrupa ülkeleri genelinde ya da özellikle, İngiltere ve başka birçok ülke medyaları üzerine yapılan araştırmalar bu durumu önemli ölçüde göstermektedir. Medyanın gündem oluşturma yöntemi hakkında çarpıcı bir örneği İngiltere üzerinden Cinnirella vermektedir. Ülke topraklarında terörden tek kişinin bile ölmediği yıllarda, medya organları neredeyse her gün Müslümanlarla bağdaştırarak yaptığı haberlerde ve programlarda adeta şu propagandayı yerleştirmeye çalışmıştır.: “Müslümanların neredeyse kesin bir şekilde failleri olacağı terör saldırıları, Birleşik Krallık için çok yakın bir ihtimal olarak görünmektedir.”[21] Aynı şekilde Kenan Malik gibi ünlü medyacılar 11 Eylül sonrasındaki aylarda hem yazılarıyla hem de yaptığı programlarla İngiltere’deki Müslümanların, İslamofobi tehlikesi altında bulunmadıklarını, İslam’ın eleştirilmesini engellemek amacıyla vaziyeti kullandıklarını devamlı olarak vurgulamışlardır.

               Batı’da da gösterilen yüzlerce Hollywood filmi üzerine yaptığı araştırmada Jack G. Shaheen, Arapların hemen her zaman acımasız katil, tecavüzcü, petrol zengini aptal ya da kadın istismarcısı gibi şekillerle sunulduğunu göstermiştir. Öncelikle sinema sektörü olmak üzere basın ve medya ürünlerinde sahip olduğu ağırlıklı konum Amerikan etiketli yayınları öne çıkarsa da Avrupa devletlerindeki ulusal basın ve medya kurulumlarının da aynı çerçevede hareket ettiklerini yukarıda verdiğim örneklerle somutlaştırmış oldum. Her yaşa ve her sosyo-ekonomik topluma hitap edebilecek (çizgi filmler, çizgi romanlar ve eğlence şovları dahil) farklı kategorilerden çeşitli vesilelerle; Müslümanların, terörist ya da başka birçok kötü vasıfları barındıran insanlar oldukları propagandası hep taze tutulmaya çalışılmıştır. Batı ülkelerindeki medya kuruluşları da taraflı ve nesnel olmayan bir tutumla Müslümanlardan çıkan sesler ve eleştiriler arasında çoğunlukla bu tarz kişiler ön plandadır. Salman Rüşdi’nin yakın dönemdeki en ünlü örneğini oluşturduğu bu gruptan profillere Bangladeşli yazar Teslime Nesrin’i, İranlı aktivist Ali Sina’yı, Somali doğumlu aktivist ve yazar Ayaan Hirsi Ali’yi ve İran doğumlu yayıncı ve aktivist Meryem Namazie’yi vermek mümkündür.[22] Medya ve İslamofobi üzerine yaptığımı açıklamalara son olarak şunu eklemek gerekirse: Aynen entelektüellerin değerler üzerinden bir ambalaja sararak halka takdim etmeleri gibi, medya organları da İslam ve onun takipçileri hakkında yaptıkları her türlü yanlı, negatif algı oluşturucu ve çarpıtılmış yayınlarını ifade özgürlüğü gerekçesine dayandırarak ortaya koymaktadırlar.[23] Oysaki bütün bu çokseslilik ve ifade özgürlüğü söylemlerine rağmen ve aktif faaliyet gösteren yüzlerce gazete, dergi, kitabevi, televizyon kanalı, radyo istasyonu, sinema şirketi gibi araçlara rağmen; bütün bunların sadece sayılı birkaç büyük şirketin kontrolünde olduğu durumu dikkate alındığında, Batı medyasının kendi içerisinde gerçek anlamda bir çoksesliliğe sahip olduğunu söylemek bir yanılgıdır.[24] Hatta, Avrupa basın ve medyasına hakim olan bütün bu büyük şirketlerin Müslümanlar konusundaki genel yayın çizgilerinde ‘sanki anlaşmışçasına’ gözlemlenen olumsuz bakış açısı kriter alınacak olsa, neredeyse tek elden yönetildikleri açıktır.

  • Avrupa’daki Müslümanlar

                Avrupalılara göre İslami dinamikler özgürlük, demokrasi ve insan hakları ile uyuşmamaktadır. Söylemek gerekir ki bu algının ortaya çıkmasında birtakım otoriter İslamcı hükümetlerin etkisi yadsınamaz. Böyle ülkelerde kadın haklarının sınırlandırılması eleştirilir. Yine birçok Avrupa ülkesinde Müslümanların işlediği namus ve töre cinayetleri de olumsuz algı yaratmaktadır. Bunun gibi nedenlerle 20. Yy’ ın ikinci yarısından sonra Müslümanlar, Yahudilerle beraber Avrupa’nın yeni ‘’ötekileri’’ olmuşlardır. Terör, cami, minare, türban, peçe ve Hz. Muhammed tasvirleri Avrupa için kendi sınırları içindeki öteki İslam’ın korkulan sembolleri olmuştur.[25]

               Sovyetler Birliği’nin dağılması ve tek kutuplu sisteme geçilmesiyle komünizm Sosyalizm, Marksizm gibi kavramlara olan karşıtlık bitmiş ve Batı kendine yeni bir düşman yaratmak istemiştir, çıkış noktasını da İslam ve Müslümanlar olarak belirlemiştir.[26] Güvenlik olgusunun Soğuk Savaş’ın bitimini takip eden zaman diliminde farklılaşmasıyla, göç ve göçmen topluluklar birer “güvenlik sorunu” olarak algılanmaya çalışılmışlardır. Göçmenleri, güvenliği zayıflatması muhtemel kritik unsurlar olarak gören bu yeni bakış açısı, aşırı-sağ partiler için istismar konusu olmuştur.[27]

               Batı’da ötekileştirilen Müslümanlar, özellikle 11 Eylül saldırıları sonrasında islamofobi algısı yüzünden tartaklanmışlardır. Özellikle EUMC (Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığını İzleme Merkezi) raporunda bu ayrımcılıklara genel olarak yer verilmiştir. Yapılan anketler sonucunda Müslümanların çalışma şartları, eğitim, barınma gibi konularda ayrımcılıkla yüz yüze geldikleri gözlemlenmiştir. Doğu ile Batı ya da İslam ile Hristiyan dünyaları arasındaki sorunların karşılıklı bazı politik güçler vesilesiyle devam ettiğini görüyoruz. Özellikle Arap Devrimleri ile yükselişe geçen siyasal İslam, darbelerle iktidardan düşürülen hükümetler varken bu durumdan ‘’Demokrat Avrupa’’ pekte rahatsız olmamıştır. Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri’nin Müslüman dünyadaki darbelerden farklı olarak ilgilendiği başka bir konu, Müslüman nüfusun artışıdır. Yapılan araştırmalarda sıklıkla vurgulanan bu konu, Müslüman nüfusun, dünyanın geleceğini için bir tehdit ve güvenlik sorunu olarak görülmesidir.

               Pew Research Center tarafından yapılan “The Future of the Global Muslim Population’’[28] isimli çalışmaya göre, 2010 yılında Avrupa’daki Müslüman nüfus 44,138,000 iken 2030 yılında 58,209,000 olacak.

Buradan hareketle düşünülmesi gereken 2010 yılında toplam nüfusun %2,7’sini oluşturan Müslümanların toplam nüfus içerisindeki durumunda bir değişiklik olmayacak yani %2,7 olarak kalacak. Buna rağmen raporda, 2030 yılı için dünya nüfusunun ¼’ünün Müslüman olma potansiyeline yönelik olarak Hristiyan dünyasını uyarması dikkat çekicidir. Britanya’daki nüfusun 3 milyonu Müslümandır ve İslam Britanya’nın ikinci dinidir.[29]

             Buna benzer çalışmaların çok sık yapıldığı Batı’da göçmenler hususu, bir tehdit unsuru olarak görülmektedir. Yakın dönemde yaşanan terör saldırılarıyla bütünleşen bu fikir özellikle Müslüman göçmenleri politik malzeme olarak kullanan muhafazakâr ve aşırı sağcı partilerin yükselişine destek olmaktadır. İslam karşıtlığı ve Müslüman düşmanlığı üzerinden algı yapan bu çevreler iktisadi kriz, işsizlik ve güvenlik meselelerinin sorumluları olarak Müslüman göçmenleri göstererek oylarını arttırmaktadır.

               22-25 Mayıs 2014 Avrupa Parlamentosu seçim sonuçlarına göre, birçok AB ülkesinde aşırı sağ partilerin oylarını arttırdığını görürüz. Avrupa’daki en eski ve köklü aşırı sağ partilerden biri olan Fransa’daki aşırı sağcı Front National Party 2009’da %6,3 oy alırken, 2014 AP seçimlerinde %24,95 oranında oy alarak birinci parti oldu. İngiltere’de de UK Independence Party 2009’da aldığı %16,09 oy oranını, 2014 AP seçimlerinde %26,77’e çıkararak ülke genelinde birinci sırada yer aldı. Almanya’da ise ilk defa AP seçimlerine katılan aşırı sağcı AfD %7 oy oranıyla 7 sandalye kazandı.

  • Radikal İslamcı Terör Örgütleri Etkisi

                Dünyada artan İslamofobinin en önemli nedenlerinden biri İslam’ı kullanan terör örgütleridir. Bu terör faaliyetlerinin örgüt tarafından savunma misyonlu gerçekleştirildiği vurgulanıp, etkinin tepkiyi doğuracağına dayandırılsa da hiçbir haklı sebebi ve yasallığı yoktur. Savunma ile terör faaliyetleri arasındaki farkın kesin çizgilerle belirlenmemesi, Avrupalıların Müslüman kavramını sadece terörist boyutunda görmelerini beraberinde getirmektedir. Böylelikle Avrupa ülkelerinde Müslümanların geneline karşı ön yargı taşınmaktadır.

 Halbuki Avrupa’da yaşayan, terör hareketleriyle hiçbir ilgisi olamayan Müslümanlar haksız bir muamele görmektedirler. ‘’Batı’da yükselen İslamofobi, yabancı düşmanlığı, ötekileştirme ve göçmenlere yönelik saldırılar ile 11 Eylül terör saldırısı, İstanbul’daki Sinagog ve HSBC saldırıları, Madrid ve Londra’da metro saldırıları, Charlie Hebdo saldırısı ve Fransa’daki son terörist eylemler, Müslümanlar ile Batılılar arasında çatışma senaryolarını ve teorilerini savunanların görüşlerini bir daha analiz etme ihtiyacı hissettirmiştir. Terör, siyasi amacı olan bir şiddet eylemidir. Özellikle DAEŞ’in Fransa’da gerçekleştirdiği eylem ciddi analize tabi tutulması gereken bir olay olarak karşımızdadır. Nitekim Charlie Hebdo ’da kendilerine göre gerekçeleri olan teröristlerin amaçlarını siyasal bir hedefe yorabilirken Fransa’da gerçekleştirilen terör eylemlerinin niteliği farklıdır. Çok sıradan üç yeri belirleyip eylem yapan teröristlerin sivilleri hedef aldığı ortadadır. Bütün Avrupalıların her gün kullandığı yerler olan stadyum, kafeler ve konser alanının hedef alınması doğal olarak Avrupa insanını güvensizliğe ve İslamofobiye itmektedir.’’[30]

               İslam’ı kullanan terör Örgütlerinin kuruluş ve gelişme aşamalarında küresel güçlerden aldığı yardımlar konusu, yeni Ortadoğu şekillendirilmesinde bir vesile olduğu, günah keçisi olarak dizayn edildiği ve küresel güçlerin Ortadoğu siyasetlerine ve amaçlarına dair yasallık aracı olduğu konusu halen tartışılmaktadır. Fakat söylemek gerekir ki, günümüzde görünen yüzü ile radikal İslamcı terör örgütleri ve DAEŞ, Batı’nın geçmişten günümüze Doğu hakkındaki düşüncelerini, İslamofobisini ve teorilerini haklı çıkarmaya çalışıyor gibidir. Ayrıca Hillary Clinton’un El-Kaide örgütünü Amerika Birleşik Devletleri’nin kurduğunu itiraf etmesi ve kendisini de bu işe ortak etmesi ilginçtir ki Ortadoğu’daki DAEŞ’in, El-Kaide örgütü ile bağlantısı olduğu kesindir.[31]

Sonuç ve Analiz

               Bu çalışmada İslamofobinin ne olduğuna ne olmadığına, temelinde ve tarihinde nelerin yattığına ve ayrıca İslam’ın ne olduğuna ne olmadığına değindim. Elbette İslam barış dinidir ve Avrupa’da ‘’İslam Korkusu’’ adeta bir hayalet gibi dolaşmaktadır. Ne elle tutulur ne de gözle görülür bir şeydir. Bu korkunun zamanla düşmanlığa dönüştüğünü de zaten belirtmiştim. Avrupa ve Dünya’nın geri kalanında İslamofobi hastalığını iyileştirmek için her Müslümana çok önemli görevler düşmektedir. Öncelikle dinimizi güzelce öğrenmeli ve uygulamalıyız ki bizleri görenler İslam’ın güzelliklerini görsün, görmeyenlere de bizler İslam bilgimizi kullanarak anlatmalıyız. Çünkü ‘’İslamofobi gerçek ve ciddi bir tehlike olmasına rağmen, bu husus Müslüman toplumun kendi içindeki sorunları konuşmamasının ve gizlemesinin bir bahanesi olmamalıdır. Bu sorunların başında ne İslam’a ne de insan haysiyetine uygun olmayan kimi yönetim biçimleri, insan hakları ihlalleri, kadınların toplum içindeki durumları vb. hususlar gelmektedir. Müslümanlar kendi sorunlarını çözdükleri ölçüde gayri Müslimlerden gelen saldırılara daha güvenli karşı koyabileceklerdir. Özellikler Batı’nın son birkaç yüzyıldır Doğu’ya yaptığı saldırıları ‘’özgürleştirme ve medenileştirme’’ kisvesi altında yaptığı düşünülürse bu tür sorunlarla malul bir İslam toplumunun tehlikelere ne denli açık olduğu daha iyi anlaşılacaktır.’’[32]

               Günümüzde İslam hukuku hiçbir ülkede tam olarak uygulanmamaktadır. Her ne kadar Suudi Arabistan ve İran İslam Cumhuriyeti’nin İslam şeriatıyla yönetildiği bilinse de Suudi Arabistan’da Vehhabilik, İran İslam Cumhuriyetinde ise Şiilik mevcuttur. Bunlar mezhep gibi görünse de aslında İslam hukuku ile mevcut siyasetlerinin bir karışımı niteliğindedir.

Tam anlamıyla, gerçek İslam dediğimiz olgu Ehli Sünnet denilen ‘’Sünnilik’’ ve mezhep dediğimiz ise 4 ana Ehli Sünnet mezhepleri olan, Hanefilik, Şafilik, Hanbelilik ve Malikilik mezhepleridir. Ancak ‘’Sünnilik’’ İslam ümmetinin yaklaşık %83’ünü[33] oluştursa da herhangi bir İslam devletini bunun bir temsilcisi saymak zordur. Bu tablo da maalesef gerçekleri gözler önüne sermektedir. Çünkü ‘’Avrupalılar İslam’ı Tanımıyorlar!’’ diye elbette yakınabiliriz ancak şu soruyu her Müslüman gibi kendimize sormak zorundayız: Acaba biz onlara ne kadar doğrusunu gösteriyoruz?

Dipnotlar

[1]http://www.wikizero.net/index.php?q=aHR0cHM6Ly90ci53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvRm9iaQ (Erişim Tarihi: 11.01.2018)

[2] The search for Common Ground – Muslims, Non-Muslims and the UK Media (A report Commissioned by the Mayor of London), Greater London Authority London, (November) 2007, s.111.

[3] Uzun, N. (2012). Avrupa’da İslamofobi (s. 14-15). içinde Pınar Yayınları.

[4] Dominique Schnapper, Sosyoloji Düşüncesinin Özünde Öteki ile İlişki, çev., Ayşegül Sönmezay, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2005, s. 45.

[5] KUMAR, D. (2016). İslamofobi İmparatorluğunun Siyaseti (s.31). Pınar Yayınları.

[6] Özcan Hıdır, “Anti-Semitizm” ve “Anti-İslamizm”: Benzerlikler ve Farklılıklar”, Kadir Canatan ve Özcan Hıdır, (eds.) Batı Dünyasında İslamofobi ve Anti-İslamizm, Eski Yeni Yayınları, 2010, s. 83,70.

[7] Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi, s. 175.

[8] LEWIS, B. (2017). İslam ve Batı. Ankara: Akılçelen Kitaplar.

[9] “Türklere Yönelik Türkçe ve Yabancı Dillerde Ayrımcı Deyiş, Deyim ve Atasözleri”, Ayırımcı Sözlük, http://ayrimcisozluk.blogspot.com/, (Erişim Tarihi: 11.01.2018)

[10] Bernard Lewis, İslam ve Batı, Oxford Üniversitesi Baskısı, New York, 1993, s. 72.

[11] Aslı Çarkman, “Avrupa ve Öteki: Avrupa İmgesinin Osmanlı Aydınlanmasından Yansıması”, E. Fuat Keyman, (der.), Türkiye’nin Yeniden İnşası, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2013, s. 55-58.

[12] Marshall G. S. Hodgson, Dünya Tarihini Yeniden Düşünmek, çev., Ahmet Kanlıdere, Ahmet Aydoğan, Yöneliş, İstanbul, 2001, s. 167

[13] Onur Bilge Kula, Batı Felsefesinde Oryantalizm ve Türk İmgesi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2005, s.3-4.

[14] AKTAŞ, M. (2014). Avrupa’da Yükselen İslamofobi ve Medeniyetler Çatışması Tezi. Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, 44.

[15] Mehmet Taş, Avrupa’da Irkçılık, Aşırı Sağ Partiler ve Göçmenler, İmge Yayınevi, Ankara, 1999, s. 40-41.

[16] Voltaire, Candide ya da İyimserlik, çev. Server Tanilli, Cem Yayınları, İstanbul, 1994,

[17] AKTAŞ, M. (2014). Avrupa’da Yükselen İslamofobi ve Medeniyetler Çatışması Tezi. Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, 45.

[18] Alain Servante, “Batılıların Gözünde Türk İmajının Geçirdiği Değişimler”, Özlem Kumrullar, (ed.) Dünyada Türk İmgesi, Kitap Yayınevi, 2. Basım, 2008, s.59.

[19] KIRMAN M. Ali, “İslamofobi’nin Kökenleri: Batılı Mı Doğulu Mu?”, İslami Araştırmalar Dergisi, 2010, C. 21, S. 28

[20] TEMEL, A. (2015). Avrupa’da Yükselen Ayrımcılık Nefret, İslamofobi ve Irkçılık. Sivil Sayfalar, 117

[21] SAMUR, H. (2016). Avrupa’daki İslamofobinin ‘Avrupalı’ Sebepleri. Mukaddime, 309.

[22] Fekete, L. (2010). The New McCarthyism in Europe, Arches Quarterly, 4 (7), 64-68

[23] SAMUR, H. (2016). Avrupa’daki İslamofobinin ‘Avrupalı’ Sebepleri. Mukaddime Dergisi, 310.

[24] Keneş, Bülent. (1998). Batı Medyasında İslam İmajı. İstanbul: İz. 64

[25] DEĞİRMENCİ, G. (2010). Avrupa’da İslamofobi Algısı Üzerine. Bilgesam.

[26] KALEM, M. (2015). Batı’da Yükselen Karşıtlık: İslamofobi. Akademik Perspektif

[27] UZUNÇAYIR, C. (2014). Göçmen karşıtlığından İslamofobiye Avrupa’da aşırı sağ. Marmara Üniversitesi Siyasal Bilimler Dergisi, 139

[28] http://www.pewforum.org/2011/01/27/the-future-of-the-global-muslim-population/ (Erişim Tarihi: 10.01.2018).

[29] Batıda İslamofobiden İslam karşıtlığına geçiş. (2016). Parstoday

[30] AYDIN, A. (2015). İslamofobi Aracı Olarak IŞİD. TUİÇ Akademi.

[31] https://www.youtube.com/watch?v=Tn8K_IL6ipQ (Erişim Tarihi: 11.01.2018)

[32] UZUN N. (2012). Son Söz Yerine. Avrupa’da İslamofobi İngiltere Örneği (s.122). İstanbul: Pınar Yayınları.

[33] http://www.wikizero.net/index.php?q=aHR0cHM6Ly90ci53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvU8O8bm5pbGlr (Erişim Tarihi: 11.01.2018)

Kaynakça

AKTAŞ, M. (2014). AVRUPA’DA YÜKSELEN İSLAMOFOBİ VE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI TEZİ. Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi.

AYDIN, A. (2015). İslamofobi Aracı Olarak IŞİD. TUİÇ Akademi.

Batı’da islamofobiden İslam karşıtlığına geçiş. (2016, Ocak 28). Parstoday.

DEĞİRMENCİ, G. (2010, Ağustos 25). Avrupa’da İslamofobi Algısı Üzerine. Bilgesam.

FEKETE, L. (2010). The New McCarthyism in Europe. Arches Quarterly.

Fobi. (2017, Aralık 06). Wikizero: http://www.wikizero.net/index.php?q=aHR0cHM6Ly90ci53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvRm9iaQ adresinden alındı

Hillary Clinton: El-Kaide’yi CIA Kurdu. (2017, Ocak 5). Youtube: https://www.youtube.com/watch?v=Tn8K_IL6ipQ adresinden alındı

HODGSON, M. G. (2001). Dünya Tarihini Yeniden Düşünmek. İstanbul: Yöneliş.

Kalem, M. (2015, 01 28). Batı’da Yükselen Karşıtlık: İslamofobi. Akademik Perspektif.

KENEŞ, B. (1998). Batı Medyasında İslam İmajı. İstanbul: İz.

KEYMAN, E. F. (2013). Türkiye’nin Yeniden İnşası-Modernleşme, Demokratikleşme, Kimlik. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi.

KİRMAN, M. A. (2010). İslamofobinin Kökenleri:. İslami Araştırmalar Dergisi, 21, 28.

KULA, O. B. (2005). Batı Felsefesinde Oryantalizm ve Türk İmgesi. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

KUMAR, D. (2016). İslamofobi İmparatorluğunun Siyaseti. İstanbul: Pınar Yayıncılık.

KUMRULLAR, Ö. (2008). Dünya’da Türk İmgesi. Kitap Yayınevi.

LEWIS, B. (2017). İslam ve Batı. Ankara : Akılçelen Kitaplar.

Müslümanlar. (2007). Y. D. Hıdır içinde, BATI DÜNYASINDA İSLAMOFOBİ VE ANTİ-İSLAMİZM. Ankara: Eskiyeni.

SAMUR, H. (2016). Avrupa’daki İslamofobinin ‘Avrupalı’ Sebepleri. Mukaddime.

SCHNAPPER, D. (2005). Sosyoloji Düşüncesinin Özünde Öteki ile İlişki. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

TAŞ, M. (1999). Avrupa’da Irkçılık, Aşırı Sağ Partiler ve Göçmenler. Ankara: İmge Yayınevi.

TDV. (2013). Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi. TDV İslâm Araştırmaları Merkezi.

TEMEL, Y. D. (2015, Mayıs). AVRUPA’DA YÜKSELEN AYRIMCILIK NEFRET, İSLAMOFOBİ ve IRKÇILIK. Sivil Sayfalar.

The Future of the Global Muslim Population. (2011, Ocak 27). Pewforum: http://www.pewforum.org/2011/01/27/the-future-of-the-global-muslim-population/ adresinden alındı

(2007, Kasım). The search for common ground Muslims, non-Muslims and the UK media. London: Greater London Authority.

Türklere Yönelik Türkçe ve Yabancı Dillerde Ayrımcı Deyiş, Deyim ve Atasözleri. (2012, 02 15). Ayrımcı Sözlük: http://ayrimcisozluk.blogspot.com.tr/2012/02/turklere-kars-yabanc-dillerde-ayrmc.html adresinden alındı

UZUN, N. (2012). Avrupa’da İslamofobi İngiltere Örneği. İstanbul: Pınar Yayınları.

VOLTAİRE. (1994). Candide ya da İyimserlik. İstanbul: Cem Yayınları.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir