Boğaziçi Üniversitesi: Her şey rektör için mi?
HER ŞEY REKTÖR İÇİN Mİ?
Boğaziçi Üniversitesinin bilindiği gibi kendi içinde rektör seçme gibi bir geleneği, kültürü var. Boğaziçi Üniversitesi rektör seçim şekli yıllar geçtikçe farklılık gösterdi. 1946 yılında Rektörün atanması seçimler sonucunda belli olurken. 1980 darbesi sonrası yükseköğretim kurulu (YÖK) tarafından atanmaya başlandı. 1992 yılında ise kanunlarda değişikliğe giderek rektör atması tekrar seçim sonucu ile belli olma yoluna girmiştir.
Kanuna göre; devlete bağlı olan üniversitelerde belirlenen rektör adayları öğretim görevlisi ve profesör unvanına sahip olmalı ve YÖK’ün belirlediği üç aday atanmak için cumhurbaşkanının önüne gider ve bu üç adaydan biri rektör olur.
Yine kanuna göre rektörler, en fazla 2 dönemden oluşmak üzere toplam 8 yıl görev alırlar.
Peki, son dönem atamasında kanuna ters olan bir şey mi yapıldı? Boğaziçi Üniversitesinin geleneğine ve var olan kültürüne zarar mı geldi?
Kanuna ters olan bir şey yok lakin Boğaziçi Üniversitesinde öğrenim görenler ve öğretim görevlilerinden habersiz şekilde adaylar Cumhurbaşkanının önüne gitmiştir.
Olaylar esnasında bir şeyden emin olunmalıdır ki, o da şudur; öğrencilerin büyüyen eylemler sırasında suçu olmaması. Çünkü öğrenciler isteklerini dile getiriyorlar ve devlet büyüklerinden karşılık bekliyorlar haklarını arıyorlar ve bunda da yanlış olan bir durum yok. Atanan rektörün görevi bırakması için “öğrencilerin” yaptığı eylemlerde de kanuna ters olan hiçbir şey yok. Herkes hakkını, malını ve maneviyatını kamu malına zarar vermeden, devlete, devleti yönetenlere, devlet adına eylemlerin gerçekleştirildiği noktada bulunanlara hakaret etmeksizin ve bunlara fiziksel şiddet uygulamaksızın, kutsal sayılan her şeye maddi veya manevi zarar vermeksizin her şahıs sesini istediği mevkilere duyurabilir ve karşılığını bekleyebilir.
Eylemlerde tepki gören mesele ise Boğaziçili öğrencilerinin arasına öğrenci kılığına girmiş farklı gruplardır. Bu gruplar gerek siyasi partilerde görev alanlar (TKP, TKİP, TKEP, MLKP), gerek terör grupları, (PKK, DHKPC) ve farklı derneklerdir. Ben bir Boğaziçi Üniversitesi öğrencisinin katil polis naraları attığına inanmam. Bir öğrencinin devlete zarar verecek bir harekette bulunduğuna inanmam. Katil polis naraları atanlar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı sevmeyenler, bu ülkeyi bölmek isteyenlerdir. Sağcıyı ve solcuyu birbirine düşürerek bu milleti kutuplaştırmak isteyenlerdir. Boğaziçi Üniversitesinde öğretim gören öğrenciler kesinlikle bu gruplardan ayrı tutulmalıdır. Çünkü Boğaziçi öğrencileri sorumluluk sahibi ve bilinçli ülkesini ve milletini seven değerli gençlerdir.
Eylemlerin insanlara servis edilme şekli ise günümüz silahı medya ile olmuştur. Medya çok tehlikeli bir silahtır. Ne istersen insanlara onu verirsin ve insanlar onu almak zorunda kalırlar. Olaylar esnasında çekilmiş görüntüleri keserek, biçerek, üzerinde oynayarak veya yanlış bilgi vererek farklı bir görüntü haline geliyor ya da eksik yayımlanıyor. Bu halde olayları takip eden insanlar tamamen yanlış anlıyor ve tepkiler gereksiz şekilde büyüyor. Sonuç olarak hakkını arayan öğrenciler medyanın kurbanı olup destekçilerin algıya kapılmasıyla birlikte amaçlarından zaruri olarak kaymaya başlıyor.
Eylemlerde güvenlik için bulunan polisler devlet adına eylemlerin gerçekleştiği yerde bulunur. Polis devletin gözü kulağıdır, polis, devlettir. Polise yapılan yanlış bir hareket devlete yapılmış sayılır. Gözaltına alınan şahıslar polise fiziki şiddet uyguladığı ve yanlış söylemlerde bulunduğundan dolayı gözaltına alınmışlardır. Boğaziçi eylemlerinde bulunan gerçek öğrenciler bu devlete düşman değillerdir. Ne yazık ki bu eylemler sırasında öğrenciler arasından da gözaltına alınanlar olmuş. Ama suçsuz ve masum oldukları anlaşıldığında serbest bırakılmışlardır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Prof. Dr. Melih Bulu’yu Boğaziçi Üniversitesine rektör olarak atamasının sebebi ise Batının kültürünü sahiplenmeye doğru giden, özünü unutmaya başlayan, kültüründen vazgeçmeye yüz tutmuş olan ve yanlış zihniyete doğru yol almış olan üniversite içindeki grupları bu yanlış ve tehlikeli yoldan çevirmesidir. İşte Melih Bulu bu olaya el atması için adaylar arasından Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından seçilmiştir. Melih Bulu’nun kariyeri ve bilgisi de oldukça güzeldir. Yaptığı işlerle ve yer aldığı projelerle kendisini göstermiştir.
Boğaziçi eylemleri ilerledikçe öğrencilerin dışında farklı grupları özellikle siyasileri gördükçe herkesin aklına “Geziyi mumla arayacaksınız” sözleri gelmiştir. Gezi Parkı eylemleri ülkemize maddi ve manevi olarak büyük hasarlar bırakmıştır. Bu ülkeyi 1,4 milyar zarara uğratmış ve değerlerimize saygısızlıkta bulunulmuştur. Maddi olan bu hasar ülkeyi senelerce geride bırakmıştır. Gezi Parkı eylemleri de bu ülkenin yüz kızartıcı bir anısı olarak tarihe geçmiştir. Gezi Parkını mumla aramak demek bu ülkeye karşı kin ve nefret besleyenlerin gün yüzüne çıkması demektir. Ülkemiz ve milletimiz iyice kutuplaşmışken geziye benzer bir olayı bir kez daha kaldıramaz ve hepimizi sonu kötü biten bir çıkmaza götürür.
Arap Baharı olarak nitelendirilen isyanların hemen bitiminde Türkiye’de Gezi Parkı eylemeleri çıkmıştır. Gezi Parkı eylemleri Arap Baharı’nın devamı dersek yanlış demiş olmayız. Çünkü Arap Baharı’nın ve Gezi Parkı’nın ortak noktaları bulunmaktadır. Şöyle bir baktığımızda her iki olayın sebepleri farklı gelişmeleri aynı, her iki olayın destekçileri de aynı. Farklı olan başka bir mesele ise olayların sonucudur. Arap baharında amaç Kaddafi’yi devirmekken, Gezi Parkı eylemlerinde ise amaç Erdoğan’ın görevine son verilmek istenmesidir. Arap Baharı’nda amaca ulaşılmış ve halk, Kaddafi’yi devirdikten sonra bambaşka ve kötü bir devre geçiş yaptığını dünyaya bildirmiştir. Eğer gezi parkında da istenilen amaca ulaşılsaydı Türkiye’de şuan bambaşka ve kötü bir dönemde olabilirdi. Boğaziçi’nde ise gezi parkından daha büyük bir olaya imza atılsaydı rektörün istifası olan amaç farklı gruplar tarafından Erdoğan’ın istifasına kadar gidecekti. Nitekim bu olayda yaşandı, son gelişmelerde Erdoğan’ın istifası öğrenciler haricinde farklı mecralardan istendi.
Eğer bu eylemlere siyasi partiler, dernekler, terör grupları katılmasaydı belki hem Melih Bulu hem öğrenciler ortak noktaya varacaktı. Siyasi partilerin, derneklerin, terör gruplarının karışması eylemleri amacından tamamen saptırmıştır. Amaç Melih Bulu’nun istifasıydı. Siyasi partiler, dernekler ve terör grupları bu istifayı bahane ederek devlete ve milletin kutsal saydığı şeylere zarar vermiş, amacı yerle bir etmiş ve terör olaylarına doğru yol aldırmıştır. Mesele rektör meselesi olmaktan çıkmış artık devlet meselesi olmuştur. Bunlara rağmen devlet ya da Cumhurbaşkanı bu grupların isteğini yerine getirseydi, devlet adına alınacak bu karar devletin üç beş tane teröriste yenilmesi anlamına gelecekti. Olaylar büyüdükten sonra devlet artık rektörü istifa ettiremezdi çünkü bu teröristlere yenilmek istemezdi.
Ülkemizde farklı görüşlere sahip olan insanların birbirine tahammülü kalmadığı günlerde, yanlış servis edilen olaylar ülkenin bölünmesinde etkin rol oynuyor. Birlik olacağımız bu günlerde insanların yanlışını örtmeli ve sabırlı şekilde iyi olacak günleri beklemeliyiz.