MakaleSiyaset Bilimi

Normatif Güç Avrupa: Çelişkili Bir İfade mi?

NORMATİF GÜÇ AVRUPA: ÇELİŞKİLİ BİR İFADE Mİ?

Hedley Norman Bull kendisini Avrupalı bir bilim insanı olarak kabul ederek uluslararası ilişkiler alanında bazı soruları yanıtlamıştır. Öncelikle askeri gücün uluslararası ilişkilerdeki rolünden sonra bu gücün ilerici bir sivil güce yol açtığını açıklamıştır. 1980’lerdeki hükümetler arası gelişmelere bakarsak Avrupa Birliği’nin sivil gücü devletlerin askeri gücüne bağlı diyebiliriz. 1990’larda ise AB’nin sivil gücünün yanında askeri gücü de tartışılmaya devam etmiştir. Ancak AB’nin normatif gücü bir örnekle açıklanacak olursa, bu örnek idam cezasının kaldırılması olmalıdır. AB bu örnekteki gibi bazı normları, sadece kendi içerisinde değil, dünya siyasetinde de önemli bir yer tutmuştur.

Schuman Deklarasyonu’nun 50. yıl dönümünde AB; dayanışma, refah ve barış içerikli bir tanıtım materyali yayınlamıştır. Bu materyalde, AKÇT kurulduğundan beri bu supranasyonel yapıyı devletlerin de zamanla daha çok benimsediği sonucunu ortaya çıkarmıştır. AB’nin bir dönem bahsedilen devlet özellikleri taşıyarak daha yapısal bir kurum haline dönüştürülmesi gerçekleşmese de, küresel bir güç olmayı hedeflemesi dünya siyasetinde hala önemli bir yere sahiptir. AB, sadece sürdürülebilir kalkınmayı sağlayarak bile dünyaya bir hizmette bulunmuş olur ve kendi güvenliğini de garanti edebilir. Uluslararası sorunları çözüme kavuşturmak için diplomatik işbirliğinin önceliği ve uluslararası ilerlemeyi sağlamak için devletlerin istekleri doğrultusunda supranasyonel kurumların kullanılması, ulusal hedeflere yönelik de ekonomik gücün kullanılmasına olanak sağlamaktadır.

Hedley Norman Bull 1980’lerde Avrupa’yı bir askeri güce dönüştürme hayaline kapılmış ve bu konuda bazı çalışmalar yapmıştır. AB’nin savunma ve güvenlik konusunda kendine yeterli gelmesi için 7 aşama olduğunu ileri sürmektedir; nükleer caydırıcılığın sağlanması, geleneksel kuvvetlerin geliştirilmesi, Batı Almanya’nın daha büyük bir role sahip olması, Fransa adına daha fazla katılım, İngiltere’de politika değişikliği, SSCB ile daha dikkatli bir politika yürütme, ABD ile dikkatli bir şekilde bir yaşama.

Walt Whitman’ın önerdiği Avrupa Birliği, üye devletlerin, sivil bir güç olan Avrupa’nın ötesine geçme ve birliğin uluslararası kimliğine yönelik bir savunma boyutu geliştirme niyetindeydi. Beklenti, Avrupa Topluluğu’nun tek yapısından Avrupa Birliği’nin üç kutuplu yapısına geçişin, ortak bir dış politika ve güvenlik politikasının gelişmesinin nihayetinde olduğunu varsaymak suretiyle, sivilden askeri güce temel bir değişimin parçası olmasıydı. Askeri güce olan Avrupa eğilimi, Avrupa Birliği’nin 2003’ün sonuna kadar 60.000 kişilik hızlı bir tepki kuvveti oluşturmasını taahhüt eden Haziran 1999 Köln Avrupa Konseyi’nde kararlaştırılan ortak Avrupa güvenlik ve savunma politikasında bulunmaya başlamıştır. Petersburg görevleri, Avrupa’nın askeri gücüne bir katkı olarak gösterilse de, bir kısım bunun halen sivil güç ile gerçekleştirilecek nükleer kabiliyete bağlı olduğu görüşündelerdir.

Bull’un askeri iktidarın faydası hakkındaki tartışması ve Duchêne’in sivil iktidar kavramı, normalde düşünülenden daha yaygın varsayımları paylaşmaktadır. Bu ortak anlayışlar, Soğuk Savaş döneminde uluslararası ilişkilerin donmuş doğasının bir parçasıydı ve ulus devletin sabit doğası, doğrudan fiziksel gücün önemi ve ulusal çıkar kavramı hakkındaki varsayımları içeriyordu. Her ne kadar Duchêne, uluslararası politikaya ortak sorumluluk duygusu ve sözleşmeli politika yapılarını getirmeye istekliyse de, Bull ile paylaşılan ortak nokta, sivil toplumun değil uluslararası toplumun güçlendirilmesidir. Böylece hem Duchêne hem de Bull, Vestfalyan ulus devletinin merkeziyetini koruyan uluslararası ilişkilerde statükonun korunmasına ilgi gösterdi. İkincisi, Duchêne ‘sivil etki biçimleri ve eylem biçimlerini’, Bull ise nükleer caydırıcılığı ve konvansiyonel güçleri vurgularken, her ikisi de ‘ekonomik iktidara uzun’ ya da ‘askeri güce olan ihtiyaç’ şeklinde gerçek ampirik yetenekler biçiminde doğrudan fiziksel güce değer verdiler. Üçüncüsü, Duchêne Avrupa’nın eski çağlardaki savaş ve dolaylı şiddet süreçlerini aşmasını ve Bull, Avrupa’nın yenilenmesini istese de, her ikisi de Avrupa’nın çıkarlarını olağanüstü olarak görüyordu. Bununla birlikte, bu varsayımların çoğunu yapılandıran Soğuk Savaş, ideolojinin liderliği ve vatandaşları tarafından güçlerin gücünden ziyade normların yıkılmasıyla sürdürülemez olarak algılandığı doğu Avrupa’daki rejimlerin içsel çöküşüyle sonuçlandı. Dolayısıyla, Avrupa Birliği’nin dünya siyasetindeki rolünü daha iyi anlayabilmek, fikirlerin ve normların gücü hakkında ne söylediğini yansıtmasıyla kazanılabilir.

Uluslararası alanda normatif güç fikri yeni değildir. Carr, ekonomik güç, askeri güç ve görüş üzerindeki güç arasındaki ayrımı yaptı. Duchêne aynı zamanda Avrupa Topluluğunun kurucularının inançlarından yola çıkarak ve geniş çapta farklı siyasi mizaçlara itiraz ederek yaygınlaştırılması gibi bir fikir gücü olarak normatif güçle ilgilendi. Normatif bir iktidar kavramı, “görüş üzerindeki güç”, irade gücü veya “ideolojik güç” ve AB’nin uluslararası kimliğini anlayarak devlet benzeri özellikler üzerindeki tartışmaların ötesine geçme arzusunun bir tartışmasında yer almaktadır. AB’nin uluslararası ilişkilerdeki gücünü, bu üç farklı açıdan netleştirmek için Avrupa’daki sivil, askeri ve normatif gücü karşılaştırılmadır.

Göreceli bir bakış açısına göre, AB’nin kendi normlarını tarihsel imparatorluklara ve çağdaş küresel güçlere benzer şekilde desteklemesi önerilebilir. Bununla birlikte, çoğu gözlemci AB’nin normatif farkının tarihsel bağlamı, melez politikaları ve siyasi yasal anayasalarından geldiğine dair gözlemlere katılacaktır. AB, barbar savaşa ve soykırıma yol açan milliyetçiliği çürüten savaş sonrası tarihi bir ortamda yaratıldı. Bu nedenle, Topluluk kurumlarının ve politikalarının yaratılması, Avrupalıların “barışı ve özgürlüğü korumak ve güçlendirmek için kaynaklarını birleştirmeyi” taahhüt ettiği bir bağlamda gerçekleşti.

AB, Vestfalyan normlarını aşan uluslarüstü ve uluslararası yönetim biçimlerinin bir melezine dönüşmüştür. Dört önde gelen siyaset bilimci, Mezopotamya’dan Vestfalya’ya ve uluslararası öncesi sistemlerden post modern uluslararası sisteme kadar karşılaştırmalı politikalar ve uluslararası sistemler tarihini incelerken, AB’nin yeni ve farklı bir politik biçimini temsil ettiği konusunda hemfikirdir. Ferguson ve Mansbach için AB, “Vestfalyan siyaseti içindeki ve dışındaki ayrımların daha az olması da dâhil olmak üzere, geleneksel küresel politika modellerinin izin verdiğinden çok daha farklı ve daha karmaşık bir tablonun bir parçası olan bir çapraz politikadır. Benzer şekilde, Buzan ve Küçük için AB, hem birim hem de alt sistem yapısının yeni bir biçimini deneyen aktör kalitesinde yeni bir varlık türüdür. Bu yeni ve farklı melezlik biçimi giderek artan bir biçimde “üye devletler için ortak olan” ilkeleri vurgulamaktadır.

Avrupa Birliği’nin geniş normatif temeli, son 50 yılda bir dizi beyan, anlaşma, politika, kriter ve koşullar ile geliştirilmiştir. Müktesebat topluluklarını ve müktesebat politikasını içeren bu geniş birlik yasaları ve politikaları çerçevesinde beş “çekirdek” norm tanımlamak mümkündür. Bunlardan ilki, 1950’de Robert Schuman’ın, 1951’de Avrupa Kömür ve Çelik Antlaşması’nın ve 1957’nin Avrupa Topluluğu’nun vaazları gibi temel sembolik bildirilerde bulunan barışın merkezîliğidir. İkincisi, Avrupa Topluluğu ve 1991 AB’nin söylemlerinde bulunan ve birliğin dört temel ilkesini belirleyen AB’nin 6. maddelerinde bulunan özgürlük fikridir. Üçüncü, dördüncü ve beşinci normlar, her biri AB’nin başlangıç ve kurucu ilkeleri, topluluğun kalkınma işbirliği politikası, ortak yabancı birliğin güvenlik hükümleri ve 1993 yılında Kopenhag Avrupa Konseyi’nde kabul edilen üyelik kriterleridir.

Bu temel normlara ek olarak, AB anayasası ve uygulamalarında dört “küçük” norm önermek de mümkündür, ancak bunlar çok daha fazla tartışmalıdır. İlk küçük norm, AB müktesebatı ve politikaları boyunca, özellikle de AT ve AB’nin sözcüleri, madde 2 ve madde 2’nin hedefleri ve AT’nin sosyal toplumunun merkezi odağı olarak bulunan sosyal dayanışma kavramıdır. İkinci küçük norm, ayrımcılıkla mücadele ve Kopenhag kriterlerinde bulunan azınlıkların korunmasıdır. Üçüncü küçük norm, 2. maddede, 2. maddede ve hepsini kapsayan 6. maddede yer alan sürdürülebilir kalkınmanın normudur. Dördüncü küçük norm ise en yenisidir. Bu norm, Romano Prodi’nin Avrupa Parlamentosu’nun açılış konuşmasında ve “AB seçim yardımı ve gözlemi” ve “Avrupa Yönetişimi Üzerine Beyaz Kitap” başlıklı Komisyon yazılarında bulunan iyi yönetim ilkesidir.

Bu normlar açıkça tarihsel bir içeriğe sahiptir: barış ve özgürlük bu nedenle savaş sonrası dönemde Batı Avrupa siyasetinin özelliklerini tanımlamaktadır. Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları normları, demokratik batı Avrupa’yı komünist doğu Avrupa’dan ayırmanın önemli olduğu bir zamanda büyümüştür. Normların güçlendirilmesi ve genişletilmesi, AB’nin kendisini, parçalarının toplamından daha fazlası olarak sunmasını ve meşrulaştırmasını sağlar. AB’nin normatif gücünün uluslararası ilişkilerde norm yayılımını şekillendiren Whitehead, Manners ve Whitman ve Kinnvall’dan alınan altı faktörden kaynaklanmaktadır: Bulaşma: Normların yayılması, fikirlerin AB’den diğer siyasi aktörlere istemeden yayılmasından kaynaklanmaktadır. Örnek olarak, 1994’ten beri Güney Afrika Kalkınma Topluluğu ile bölgeler arası diyalog, AB’nin Dünya Ticaret Örgütü’ne üyeliği veya Orta ve Doğu Avrupa ile Akdeniz’in katılım ülkeleriyle yapılan mevcut genişleme müzakereleri olabilir. Aktarma: AB, üçüncü şahıslarla mal, ticaret, yardım veya teknik yardımları büyük ölçüde maddi veya finansal yollarla takas ettiğinde yayılma meydana gelir. Örnekleri, Komisyon delegasyonlarının ve üye devletlerin elçiliklerinin rolünü içerir veya eski bakanların, Komisyon başkanının troykasının varlığını veya hatta eski Yugoslavya’da konuşlandırılan misyonları izlemeyi içerebilir. Norm dağılımını şekillendiren son faktör, üçüncü devletlerde ve normların öğrenilmesine, uyarlanmasına veya reddine yol açan organizasyonlarda uluslararası normların ve politik öğrenmenin etkisini etkileyen kültürel filtredir. Kültürel filtre, bilginin inşası ile norm difüzyonu konuları arasında sosyal ve politik kimlik yaratma arasındaki etkileşime dayanmaktadır. İşyerindeki kültürel süzgecin örnekleri arasında Çin’de demokratik normların yayılması, Türkiye’de insan haklarının yayılması veya İngiltere’de çevresel normlar sayılabilir.

1948’de Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nin 3. maddesi ve 1950’nin Avrupa’da insan haklarının ve temel özgürlüklerin korunmasına ilişkin sözleşmenin 2. maddesi; bu hakkı uluslararası hukukta 1983 protokolü ile idam cezasının kaldırılmasına ilişkin AİHS’nin 6 no’lu protokolü ile korumaktadır. Zaman protokolüne göre 1985’te AB’nin mevcut 15 üyesinden sadece dokuzu tüm suçlar için idam cezasını kaldırmıştır ve mevcut Avrupa Konseyi’nin 43 üyesinden 25’i hala yasalarında idam cezasına yer vermektedir. Bu nedenle, idam cezasının kaldırılmasının öyküsü, idam cezasının egemen bir ceza adaleti meselesi olmadığı, ancak uluslararası insan hakları meselesi olduğu fikrinin kendisi ile ilgili olan, göreceli olarak kısa ve yakın tarihli bir olaydır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir