Yasin Özen İle Abdülhamid Han Röportajı
Kemal Kısa: Hocam öncelikle Abdülhamid Han denince Necip Fazıl’ın “Abdülhamid’i anlamak, her şeyi anlamak olacaktır.” sözü akla geliyor. Sizce Abdülhamid Han bu millet için ne ifade ediyor?
Şu anda dünya üzerinde yürütülen siyasete ve bizlerin de bu siyasetteki yerine ve hatta vermiş olduğu mücadeleye baktığımız da Abdülhamid Han’ın vermiş olduğu mücadeleyi çok daha iyi anlamaktayız. Ve görmekteyiz ki, gerçekten de Abdülhamid Han’ı anlamak her şeyi anlamaktır.
100 yıl önce bu topraklarda hangi oyunlar oynandıysa emin olabilirsiniz ki şu anda aynı oyunlar oynanmaktadır. Bizlere yıllar boyunca Bilge Sultan’ı yanlış bir şekilde anlatarak mücadelesini unutturanlar olmuş olabilir. Hatta atmış oldukları iftiralar ile Abdülhamid Han’ı bu milletin nezdinde küçük düşüren ve hiçbir bir anlam ifade etmeyen bir kişilik olarak lanse edenler olmuştur ki eski zamanlarda Darülaceze’nin açılış yıldönümünde binaya asılan Abdülhamid Han posterini bu milletin evlatlarına yuhalatmayı bile başarmışlardır. Hala birçok ders kitabında, yardımcı ders kaynaklarında ve birçok roman, hikâye gibi matbuatta Abdülhamid Han “kızıl sultan, evhamlı, korkak, diktatör” olarak anlatılabilir. Ama şükürler olsun ki bu durum artık değişmeye başlamış ve Abdülhamid Han, geçmişten geleceğe süregelen bu kutlu davanın bedel ödemiş müdafilerinden biri olarak zihinlerimizde yer edinmiştir.
Hocam peki Abdülhamid Han nasıl bir ortamda dünyaya geldi? Devlet-i Aliyye’nin ve dünyanın siyasi şartları nasıl bir durumdaydı?
Osman Gazi ile bir beylik olarak başlayan ve zamanla koskoca bir dünya devleti halini alan Osmanlı’nın yavaş yavaş sarsılmaya başlamasında açık bir şekilde görülmektedir ki özünden kopuş ve batıya yönelme etkili olmuştur. Abdülhamid Han’ın dünyaya gözlerini açtığı dönemde, dış mihraklarla bağlantılı devlet adamlarının baskı ve türlü entrikaları ile devleti sürüncemeye soktuğu ve kabul ettirdikleri Tanzimat Fermanı ile devletin elinin kolunun bağlandığı ise bir diğer gerçektir. Asırlar boyunca savaş meydanlarında Osmanlı’yı alt edemeyenler ne yazık ki masa başında sinsi planlarla büyük bir çöküşe sürüklemişlerdir. Tabi bunların yanında devlet içerisindeki sözde yenilikçilerin faaliyetleri de eklendiğinde durum daha da önemli bir hal almıştır.
Abdülhamid Han, doğumundan tahta çıkışıma kadar olan süre içerisinde babası Abdülmecid Han, amcası Abdülaziz Han ve ağabeyi Murad Han’ın saltanatını görmüş ve bu dönemde yaşanılan bütün ekonomik ve siyasi sıkıntılara birebir şahit olmuştur.
Kırım Harbi ile dış borç batağına saplanılması ile ekonomik açıdan büyük bir yara alınırken Abdülhamid Han’ın tahta çıktığı dönemde bu borç 300 milyon altını bulmuştur. Diğer yandan siyasi olarak da çok iyi bir manzara resmedilememektedir. Dünya devletlerinin birbirleri ile yarış içerisinde olması ve her birinin Osmanlı toprakları üzerinde planlar yapması ve bu doğrultuda Osmanlı toprakları üzerindeki milletlerin tek tek ayaklandırılması ile Osmanlı epeyce zor durumda kalmış ve “hasta adam” olarak nitelendirilmiştir.
Abdülhamid Han nasıl bir eğitim aldı ve gençliğinde kendini nasıl yetiştirdi?
Abdülhamid Han’ın şehzadelik yıllarına baktığımız da diğer şehzadelerden çok farklı bir yaşantısı olduğu dikkatimizi çekmektedir. Dönemin en iyi hocalarından dersler almış ve bununla da yetinmeyerek sürekli kendisini geliştirmiştir. Abdülhamid Han’ı şehzadelik yıllarında; İngiliz Elçisi ile yapılan bir görüşmede babası Abdülmecid Han’ın yanında görebiliriz ya da amcası Abdülaziz Han ile birlikte Mısır ve Avrupa seyahatlerine çıkmış bir şehzade Abdülhamid karşımıza çıkabilir. Abdülhamid Han’ı sadece siyaset içerisinde görmeyiz. Aynı zamanda O, çok iyi bir tüccardır da. Hatta saltanatı döneminde sürekli hayır işleri için kullandığı şahsi hazinesini de bu ticaretlerden elde ettiği kazançlarla oluşturduğunu söyleyebiliriz.
Peki, tahttayken İttihatçılarla Abdülhamid Han arasında nasıl bir mücadele gerçekleşti? İttihatçıların Abdülhamid Han’a bakış açısı nasıldı ve neyi amaçlıyorlardı?
O dönemde Abdülhamid Han’ın vermiş olduğu mücadeleyi anlayamayanlar ve sürekli olarak karşısında yer alanlar bu yaptıklarının büyük bir yanlış olduğunu daha sonrasında anlayacaklardır ama o zaman da iş işten geçmiş olacaktır.
Abdülhamid Han’ın tek başına devleti yönetmesinden rahatsız olanlar ve bu yönetimi daha adaletli ve haktan yana gerçekleştirebileceklerini iddia edenler, istediklerine ulaşınca her nedense bunu gerçekleştirememiş ve birçoğunun kendi deyimiyle geçmişi mumla arar olmuşlardır.
Oysaki onlar yönetimi ele geçirmek için dış güçlerle iş birliği içerisine girecek hatta Ermeni, Bulgar, Arnavut çetecileriyle birlikte hareket edebilecek kadar yanlış yollara sapabilmişlerdir. Tüm bunların karşısında Abdülhamid Han’ın yaptığı ise Yıldız Sarayı baskınında gördüğümüz gibi kardeşi kardeşe kırdırmamak olmuştur.
Kısacası, Abdülhamid Han’ın karşısında olanlar; Abdülhamid Han’dan sonra her şeyin çok daha güzel olacağını düşünmüşlerdir fakat o güzel günler hiçbir zaman gelmemiştir.
Hocam Abdülhamid Han’ın istihbarat teşkilatı hakkında birçok şey duyuyoruz. Abdülhamid Han, Yıldız Teşkilatı ile neyi amaçladı ve kısaca bu teşkilat hakkında bilgi verebilir misiniz?
Abdülhamid Han, hem kendisinden önceki hem de tahta çıktığı dönemde içeride ve dışarıda gelişen olayları analiz ettiğinde, bir istihbarat teşkilatının gerekliliğini çok iyi bir şekilde bilmekteydi. Bu sebeple 1880 yılında Yıldız İstihbarat Teşkilatını kurmuş ve teşkilatın kurulma sebebini şu şekilde açıklamıştır;
“Yabancı devletler kendi emellerine hizmet edecek kimseleri vezir ve sadrazam mertebesine kadar çıkarabilmişlerse, devlet emniyet içinde olamazdı. Doğrudan doğruya şahsıma bağlı bir İstihbarat Teşkilâtı kurmaya, bu düşünce ile karar verdim. İşte düşmanlarımın Jurnalcilik dedikleri teşkilât budur.”
Kurulmuş olan bu teşkilat, hem yurt içinde hem de Avrupa’da birçok önemli şehir merkezinde organize bir şekilde çalışıyordu. Devletin karşısında faaliyet göstermekte olan kişi ve kurumlar bizzat hafiyeler tarafından takip edilirken içerisinde bulundukları faaliyetler ise birebir jurnalleniyordu. Bu hafiyelerin bir kısmı Avrupa ülkelerinde önemli mevkiler de görevler alarak vazifelerini yerine getiriyor, bir kısmı da Osmanlı topraklarında kılıktan kılığa girerek birçok zorlu görevin altından kalkıyorlardı. İşlerini öyle bir titizlik ve başarı ile yapmaktaydılar ki; Ermeni örgütlerin Avrupa’da nefes alışverişlerini bile izleyip saraya haber verdikleri bizlere ulaşan bilgiler arasındadır.
Yerine getirilen görevlerin ardından tutulan jurnaller, hafiyeler tarafından saraya gönderiliyor ve bizzat Abdülhamid Han tarafından okunuyordu. Teşkilat günden güne faaliyetlerini artırırken, saraya sunulan aylık jurnal sayısı da 3.000’i buluyordu. Bu jurnaller Abdülhamid Han tarafından büyük bir titizlikle inceleniyor ve okuduğuna dair imza edilerek tahkik edilmesi için mabeyne gönderiliyordu. Tabi ki iş bununla bitmiyordu. Abdülhamid Han almış olduğu jurnaller doğrultusunda politikalarına yön verirken tahkik edilmesi için vermiş olduğu jurnallerin takibini de sonuna kadar yapıyordu.
Abdülhamid Han’ın dış siyaseti temel olarak hangi esaslara dayanmaktaydı?
Abdülhamid Han’ın dış politikalarında uygulamış olduğu esaslara ve nasıl bir yol izlediğine bakacak olursak; diplomasiyi birinci derecede önemsediğini ve bu sahada hiç bir hata işlememeye gayret ettiğini, büyük devletlerle münasebetleri frenleyebilecek düzeyde tutarak sonu meçhul münasebetlerden kesinlikle uzak durduğunu, ülkeler arasındaki münasebetlerde kutuplaşma veya bloklaşma gibi riskli hallerden uzak durduğunu ve mümkün mertebe savaştan uzak durduğunu görmekteyiz.
Abdülhamid Han’ın bir İslam Halifesi olarak izlediği İslam birliği siyaseti ve büyük güçler arasındaki denge siyaseti başarılı olmuş mudur?
Abdülhamid Han’ın siyasi hayatına baktığımızda kurmuş olduğu “denge siyaseti” büyük bir çoğunlukla gözümüze çarpmaktadır. Yeri gelmiş Rusya’ya karşı İngiltere’yi kullanmış, yeri gelmiş İngiltere’ye karşı Ruslarla anlaşıyor gibi görünmüştür. Zaman zaman Almanlarla yakın ilişkiler içerisinde girerek İngiltere’ye gözdağı vermeyi de ihmal etmemiştir. Bu sayede birçok olay ve anlaşmada mevcut kötü şartları daha da hafifletirken birçok da kazanım elde etmesini bilmiştir. Yine Balkanlar da uyguladığı kilise siyaseti ile Balkan milletlerini birbirine düşman ederek Osmanlı’ya karşı ayaklanmalarını engellemiştir ama ne yazık ki tahttan indirildikten sonra yönetime geçen İttihatçılar, büyük bir iş yaptıklarını zannederek bu sorunu çözüp Balkan milletlerinin birlik içerisinde olmasına ve Balkan Savaşları adı altında Osmanlı üzerine gelmelerine sebep olmuşlardır.
Abdülhamid Han izlemiş olduğu İslam Birliği politikası ile Müslümanları bir arada tutmaya çalışırken diğer yandan da elinde bulundurduğu bu güç ile azılı dünya devletlerine korku salmıştır. Bu öyle bir güç olmuştur ki yeri gelince İngiliz tiyatrolarında oynanacak Peygamber Efendimiz’e(s.a.v) hakaret içerikli oyunların iptal edilmesini yeri gelince de İngiltere, Fransa gibi sömürge devletlerinin Müslüman sömürgelerin ayaklandırarak bu devletlere zorluk çıkarmalarını sağlamıştır.
Günümüz için nasıl bir ders çıkarmalıyız?
Günümüze yönelik bir ders çıkarmak için öncelikle Osmanlı Devleti’nin son yüzyılını ve özellikle de Abdülhamid Han dönemini çok iyi bir şekilde sağlam kaynaklardan araştırarak öğrenmemiz gerekmektedir. Tarihin değil hataların tekerrür ettiğini de göz önünde bulundurarak ancak bu şekilde düşmanlarımızın üzerimize nasıl geldiklerini, hangi hataların yapıldığını ve nelerin yapılmaması gerektiğini anlayabilir ve gerekli dersleri çıkarabiliriz.
Çok güzel özetlemişsiniz teşekür ederiz sizlere